Çok yorgunum. Mücadele vermekten, kendimi anlatmaya çalışmaktan, bir başına yalnız düşmekten çok yorgunum. İhtiyaçlarımın karşılanmamasından, topladıklarımın dağılmasından, yalanlar ve bahaneler duymaktan çok yorgunum. Eskisi gibi değilim... Artık yaşananlar kalanlarımdan götürüyor. Üremiyor umudum, enerjim, varlığım; yitip gidiyorum. Bitsin diyorum. Bitiremiyorum. Benden azalıyor da yükümden artıyor, bitmiyor. Çok yorgunum ben. Adalarda bir at gibi susuz, örselenmiş, kıymeti bilinmemiş, duyulmamış... Adalarda bir at gibi... Kendisini hiç aynada görmemiş. Bir yol kenarındaki su birikintisinde bile.. Soluklanamamış...
Ben bir atım. Görkemli, narin, güçlü, mücadeleci ve yorgun. Doğduğum yerdi tek sorun...
Sevgili Günlük
3 Nisan 2020 Cuma
23 Mart 2020 Pazartesi
Girdiğimiz sulardan daha soğuksa kalbin
Karnımda ağrısın
Dönüp duran bir ağrı
Tükenmeyen özlemler gibi sonsuz
Göze alınmayan çabalar gibi kaçamak
Kendiliğinden olursa
Şaşar kalır hak veririm
Çabasız öylece kendiliğinden
Onu göğsümde dinlendiririm
Bakındım durdum arayacağım
Zaman zaman ümitler
Kapattığın kapılar gibi sıfır
O zamanlarda sen karnımda ağrısın
Bulursam eğer onu göğsümde dinlendiririm
Saçlarım gölgelik, göğsüm yastık, ellerim şefkat
Tüm benliğim biliyor
Sözlerin yıllanmış birer bahane
İşte böyle görebilince
Yokluğun bana hediye
20 Mart 2020 Cuma
Olmayan organların ağrısını çekiyor gibi, eksik gibi. Arıyor da ne aradığını bilmiyor gibi..
Duruyorsun sen ama bak gün çoktan doğmuş
Ölüm korkusuna insanlık sokaktan yok olmuş
Yağmur yağmış, ortalık toprak kokmuş
Daha güzel bir gün olur mu kanat çırpmak için?
Sebebi fısıldadı ruhu ruhuma
Güneşi güzel bulmuş, uçup kavrulmuş
Kanat çırpmaktan yorulmuş, kuşken ceset olmuş
Duruyorsun sen ama bak gün çoktan doğmuş
Ölüm korkusuna insanlık sokaktan yok olmuş
Yağmur yağmış, ortalık toprak kokmuş
Daha güzel bir gün olur mu kanat çırpmak için?
Sebebi fısıldadı ruhu ruhuma
Güneşi güzel bulmuş, uçup kavrulmuş
Kanat çırpmaktan yorulmuş, kuşken ceset olmuş
23 Ocak 2020 Perşembe
Bir gün dönersen
Üzülmem, yok daha
Üzülemem sanrılara
Olmayan şeyin acısı çekilmez ki…
Yokmuş, ben var saymışım
Sarılmışım yokluğa
Boşlukla eksik doldurulmaz ki…
Kalp kırıldıktan sonra
Ne sevsen ne dönsen fayda
İçimde ölene çare yok ki…
8 Mayıs 2019 Çarşamba
Dürüst Olmak Gerekirse: Bana Göre Ben ve Sen
Doğdum. Orta halli bir ailenin küçük kızı olarak doğdum. Çok
istesem de doğduğum halde kalamadım, küçük bir kız olamadım. Büyüdüm. Korkarak,
tembihlenerek, kontrol edilerek ilk adımlarımı attım. Kulağıma o kadar
istikrarlı ve o kadar uzun süreli fısıldandı ki tüm sözler, gölgesi yüreğimde
karanlık noktalar yarattı. Gözyaşlarımla nemlenen o karanlık noktalar küflendi
ve yayıldı. Anksiyete nöbetleri, panik atak krizleri, kronik mutsuzluk ve tüm o
güvensizlik tıpkı bir küfün duvarı içten içe sarması gibi sardı ruhumu. Bir
süre sonra hiçbir şeyden emin olmadım. Sağlam bir duvar mıydım? Yoksa dökülen
kum taneleri mi?
Yürüdüm, yürürken büyüdüm. Adımlarım tutarsız; aldığım
kararlar gibi… Bir ileri bir geri yürüdüm. Hayat bu ya, düz değildi yolum ve
bir bebek ayağı gibi nasırsız ayaklarım, dünyadan korunduğum için
çırılçıplaktı. Battı. Her adımımda bir şeyler battı, bazen saplandı ve kanattı.
Acıyla koştum, koştukça belirsizleşti yolum, çoğu zaman kayboldum. Telaş ve acı
ile attığım her adımda daha çok battı, kanattı. Ben de durdum. Bir nefeslik ara
vermek için durdum. Durunca ilerleyemezsin, başka yerlerin kanamaz dedim; daha
çok durdum. Aldığım nefesler… Birbiri ardına… Beni rahatlatan, düşüncelerimi
dizginleyen, adımlarımı erteleyen tüm o nefesler… Nasıl da güzeldi…
Hayat; yüksek debi ile akan bir dere gibi dinamik; ben
aldığım nefeslerle sabit. Böyle bir durumda insan ileriye gidemiyor.
Gidemediğinde yerinde mi sayarsın? Öyle de olmuyor. Korktuğun her adım seni
geride bırakıyor. Çok mu kötü diye sordum kendime. Cevap vermek istemedim,
biraz daha erteledim.
İçimde yayılan o küf, o ağır umutsuzluk kokusu içimden
boğazıma kadar tırmandı; gırtlağımı tıkadı. İnsan boğulurken zaman da
yavaşlıyor ya da can havli dedikleri ile düşünceler hızlanıyor.. Tüm o adrenaline
rağmen sakin tarafın sanki yukardan bedenine bakıyor ve aptal bir kahve
molasında gibi seninle uzun uzun sohbet ediyor.. Geçmişi hatırlatıyor, şu anı
anlatıyor, sensiz bir geleceği tasvir ediyor… İşte ben bunu çok iyi biliyorum.
O yüzden içimdeki küften gırtlağım tıkandığında boğulduğumu anladım. Durmak beş
para etmiyordu ha keza kaçmak da öyle. Ben de döndüm. Artık nasır tutan
ayaklarımı alıştığım sünger zeminde şımartmak istedim. Çeşitli yollarım vardı
ama ben çok çaresiz ve yorgun hissediyordum. Düşünmeden, koşmadan kuyruğumu bacaklarımın
arasına sıkıştırarak döndüm.
İnsan umduğunu bulamıyor aradan o kadar çok zaman geçince. Belki
hatırlama güçlüğünden belki de hayatın dinamik yapısından… Umduğumu bulamadım,
öfkelendim. Kendimle kavga ettim. Kendimle o kadar kötü kavga ettim ki bir yanım
kendimi savunmak istedi. Savundum; hayal edilmiş ve gerçek olan tüm ilahi
güçlerle bir gece bağıra bağıra kavga ettim. Küfürler, sağı solu tekmelemeler,
gözyaşları… Bir avuç kumum ben. Hadi es ve yitip gideyim! Belki esmedi belki de
değil rüzgarla; fırtınalarla, hortumlarla bile yitmeyecek bir duvardım..
Bilmiyordum. Ne çarem vardı? Önümde uzanan o yollara bariyerler koymuştum.
Sünger zeminde yürüyemiyor, sadece çırpınıyordum. Fısıldanan sözler… Sağa git,
sola gittin mi? Emekleyerek bir sağa bir sola debelendim. Geleceğe varılacak
gibi değildi. Mutlu olunacak gibi değildi.
Ben hırıltılı da olsa bir nefes almak için debelenirken seni
gördüm. Bu şey gibi, kumsalda olmak ve milyarlarca kum tanesinin içinden bir
şeyin sana göz kırparcasına yanıp sönmesi... Orada ayağıma batacak bir cam mı
var? Yoksa hiçbir zaman aklımın ermeyeceğini düşündüğüm bir fizik olayı; belki
de bir ışık kırılması; aklımı mı bulandırıyor? Başıma güneş mi geçti ne? Bilmedim.
Bilmek de istemedim. Bilmeyince insan umudunu koruyor. Cahillik mutluluk
dediklerine canı gönülden katılıyorum. Katıldıklarım için beni yargılama.
Kitapları belki de ters tarafından okuyorum. Özgürlük kölelik, savaş barış,
cahillik de güç değil miydi? Haklısın, benim gibilerinin kütüphanesini yakmalı,
451 Fahrenheita ulaşıncaya kadar sıcaklık…
Konudan uzaklaştım. Bilinçaltım, sen misin? Lütfen bir
siktir git! Gezegenler dürüst ol diyor şu aralar… Özellikle ikili ilişkilerde.
Çabam bu yüzden. Yoksa yıllardır yaptığım gibi bloğuma yeni bir yazı
eklemiyorum.
Konuma dönecek olursam; SEN! İşte senin ne olduğun hiç belli
değil. Söyledim ya, bilmek istemiyorum. Hayır, bağladığım umutlar yok sana. Sen
o umudun ta kendisisin! Bana çiçekli yollarsın demiyorum, belki daha derine
batacak bir cam! Tabanımda daha kalın bir nasırın oluşma nedeni… Her şey ile
kabul artık. Bat ve çık, bat ve kal ya da hiç batma. Her şey ile kabul artık.
Bulunduğum noktada hiçbir yola bel bağlamıyorum. Yolu engebesi ile kabul
ediyorum. Sanırım seni; bana öğreteceklerin, bana katacakların için istiyorum.
Çiçekli yollar gördüğüm için değil. Hep yanımda kal diye değil. Bir süre sonra
senden gideyim diye de değil.
Umutsun işte, varacağım nokta için bir umutsun. Neden
parlıyorsun bilmiyorum. Öyle uzaktan ne diye göz kırpar gibi yanıp sönüyorsun
düşünmüyorum. Artık gözlerimi yola değil; içime çeviriyorum. Kulaklarım
fısıltılara değil sezgilerime açık. Seni istiyorum. Çiçekli yollar için değil;
ya da senden gitmek için… İçimden bir ses seni söylediği için.
Sana beni kurtar demiyorum. İkimizde aynı vaziyetteyiz.
Yalnızca ikimiz değil, tüm insanlık öyle. Yalnızca bazılarının farkındalığı,
yaşadığı illüzyonu yıkacak kadar kuvvetli değil. Kimse kimseyi kurtaramaz
bence; benden ya da kendinden bunu isteme.
Ben bir duvar mıyım yoksa artık bir avuç kum mu bilmiyorum.
Ben çiçekli yolların mıyım yoksa yolundaki keskin bir cam mı bilmiyorum. Benim yolum nereye çıkar, benim yolum düz
müdür, senin yolunla birleşir mi bilmiyorum… Yalnızca beklemediğim anda gözümü
alan bir ışıksın işte. Devam etmem için bana sunulan bir nedensin! Günümü gün
yapan, düşüncelerimi esir alan, endişelerimi kaşıyan çapkın bir göz kırpması…
Tanıştığımız gün bana “Hiç kötü özelliğin yok mu?” dedin. Ne
desem boştu, kendimle ilgili katlanamadıklarımı söyledim. Mükemmel değilim.
Mükemmel olmaya yakın bile değilim. Ben bir Sahra’yım işte. 167 boylarında,
kambur duruş, ayrık dişler, beyaz ten, yeşil göz. Ben mükemmel olmaya yakın
bile değilim. Ben Sahra’yım sadece. Bazen kaçan, bazen duran, bazen dönen,
bazen bir düğme varmışçasına tüm bilincini kapatmak isteyen… İyiyim diyemem,
kötüyüm de diyemem. Attığım adımın sağlamlığından emin olmak, başarılı olmak,
iyi olmak, güzel olmak, mutlu olmak istiyorum sadece… Her zaman doğru olanı
yapmıyorum, ancak kılavuzum kötülük değil; onu biliyorum.
Güzel gözlü, güzel yüzlü çocuk! Ben sünger bir zeminde
debeleniyordum. Bir anda kendimi kumsalda buldum. Korkutucu dev dalgalar,
serinletici bir rüzgar, kızgın kum. İlerde de sen. Anlayamayacağım kadar
uzakta, gözümü alacak kadar yakında. Bir rota verdin. Kelimelerinle, varlığınla
bana bir rota verdin. Ayağa kalktım dizlerim üzerinden. Attığım adımlar sana
doğru. Ne yaptığımı bilmiyorum ben. Kendi içimde hiç de tutarlı değilim. Bir
düşüncem diğerinin kuyruğunu ısırıyor. Bir ileri bir geri. Attığım yazıda
yazdığı gibi ama... Her şey olması gerektiği gibi oluyor. Buna inanıyorum. Bu
noktada, attığım adımlarla ne olacağını bekleyip görmekten fazlası yok elimde.
Seninle ilgili sadece umutluyum. Dedim ya sen benim umudumsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)