3 Nisan 2020 Cuma

Ben bir atım. Görkemli, narin, güçlü, mücadeleci ve yorgun. Doğduğum yerdi tek sorun...

Çok yorgunum. Mücadele vermekten, kendimi anlatmaya çalışmaktan, bir başına yalnız düşmekten çok yorgunum. İhtiyaçlarımın karşılanmamasından, topladıklarımın dağılmasından, yalanlar ve bahaneler duymaktan çok yorgunum. Eskisi gibi değilim... Artık yaşananlar kalanlarımdan götürüyor. Üremiyor umudum, enerjim, varlığım; yitip gidiyorum. Bitsin diyorum. Bitiremiyorum. Benden azalıyor da yükümden artıyor, bitmiyor. Çok yorgunum ben. Adalarda bir at gibi susuz, örselenmiş, kıymeti bilinmemiş, duyulmamış... Adalarda bir at gibi... Kendisini hiç aynada görmemiş. Bir yol kenarındaki su birikintisinde bile.. Soluklanamamış... 
Ben bir atım. Görkemli, narin, güçlü, mücadeleci ve yorgun. Doğduğum yerdi tek sorun...

23 Mart 2020 Pazartesi

Girdiğimiz sulardan daha soğuksa kalbin
Karnımda ağrısın
Dönüp duran bir ağrı
Tükenmeyen özlemler gibi sonsuz
Göze alınmayan çabalar gibi kaçamak
Kendiliğinden olursa
Şaşar kalır hak veririm
Çabasız öylece kendiliğinden
Onu göğsümde dinlendiririm
Bakındım durdum arayacağım
Zaman zaman ümitler
Kapattığın kapılar gibi sıfır
O zamanlarda sen karnımda ağrısın
Bulursam eğer onu göğsümde dinlendiririm
Saçlarım gölgelik, göğsüm yastık, ellerim şefkat
Tüm benliğim biliyor
Sözlerin yıllanmış birer bahane
İşte böyle görebilince
Yokluğun bana hediye

20 Mart 2020 Cuma

Olmayan organların ağrısını çekiyor gibi, eksik gibi. Arıyor da ne aradığını bilmiyor gibi..

Duruyorsun sen ama bak gün çoktan doğmuş
Ölüm korkusuna insanlık sokaktan yok olmuş
Yağmur yağmış, ortalık toprak kokmuş
Daha güzel bir gün olur mu kanat çırpmak için?
Sebebi fısıldadı ruhu ruhuma
Güneşi güzel bulmuş, uçup kavrulmuş
Kanat çırpmaktan yorulmuş, kuşken ceset olmuş

23 Ocak 2020 Perşembe

Bir gün dönersen


Üzülmem, yok daha
Üzülemem sanrılara
Olmayan şeyin acısı çekilmez ki…
Yokmuş, ben var saymışım
Sarılmışım yokluğa
Boşlukla eksik doldurulmaz ki…
Kalp kırıldıktan sonra
Ne sevsen ne dönsen fayda
İçimde ölene çare yok ki…

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Dürüst Olmak Gerekirse: Bana Göre Ben ve Sen


Doğdum. Orta halli bir ailenin küçük kızı olarak doğdum. Çok istesem de doğduğum halde kalamadım, küçük bir kız olamadım. Büyüdüm. Korkarak, tembihlenerek, kontrol edilerek ilk adımlarımı attım. Kulağıma o kadar istikrarlı ve o kadar uzun süreli fısıldandı ki tüm sözler, gölgesi yüreğimde karanlık noktalar yarattı. Gözyaşlarımla nemlenen o karanlık noktalar küflendi ve yayıldı. Anksiyete nöbetleri, panik atak krizleri, kronik mutsuzluk ve tüm o güvensizlik tıpkı bir küfün duvarı içten içe sarması gibi sardı ruhumu. Bir süre sonra hiçbir şeyden emin olmadım. Sağlam bir duvar mıydım? Yoksa dökülen kum taneleri mi?
Yürüdüm, yürürken büyüdüm. Adımlarım tutarsız; aldığım kararlar gibi… Bir ileri bir geri yürüdüm. Hayat bu ya, düz değildi yolum ve bir bebek ayağı gibi nasırsız ayaklarım, dünyadan korunduğum için çırılçıplaktı. Battı. Her adımımda bir şeyler battı, bazen saplandı ve kanattı. Acıyla koştum, koştukça belirsizleşti yolum, çoğu zaman kayboldum. Telaş ve acı ile attığım her adımda daha çok battı, kanattı. Ben de durdum. Bir nefeslik ara vermek için durdum. Durunca ilerleyemezsin, başka yerlerin kanamaz dedim; daha çok durdum. Aldığım nefesler… Birbiri ardına… Beni rahatlatan, düşüncelerimi dizginleyen, adımlarımı erteleyen tüm o nefesler… Nasıl da güzeldi…
Hayat; yüksek debi ile akan bir dere gibi dinamik; ben aldığım nefeslerle sabit. Böyle bir durumda insan ileriye gidemiyor. Gidemediğinde yerinde mi sayarsın? Öyle de olmuyor. Korktuğun her adım seni geride bırakıyor. Çok mu kötü diye sordum kendime. Cevap vermek istemedim, biraz daha erteledim.
İçimde yayılan o küf, o ağır umutsuzluk kokusu içimden boğazıma kadar tırmandı; gırtlağımı tıkadı. İnsan boğulurken zaman da yavaşlıyor ya da can havli dedikleri ile düşünceler hızlanıyor.. Tüm o adrenaline rağmen sakin tarafın sanki yukardan bedenine bakıyor ve aptal bir kahve molasında gibi seninle uzun uzun sohbet ediyor.. Geçmişi hatırlatıyor, şu anı anlatıyor, sensiz bir geleceği tasvir ediyor… İşte ben bunu çok iyi biliyorum. O yüzden içimdeki küften gırtlağım tıkandığında boğulduğumu anladım. Durmak beş para etmiyordu ha keza kaçmak da öyle. Ben de döndüm. Artık nasır tutan ayaklarımı alıştığım sünger zeminde şımartmak istedim. Çeşitli yollarım vardı ama ben çok çaresiz ve yorgun hissediyordum. Düşünmeden, koşmadan kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırarak döndüm.
İnsan umduğunu bulamıyor aradan o kadar çok zaman geçince. Belki hatırlama güçlüğünden belki de hayatın dinamik yapısından… Umduğumu bulamadım, öfkelendim. Kendimle kavga ettim. Kendimle o kadar kötü kavga ettim ki bir yanım kendimi savunmak istedi. Savundum; hayal edilmiş ve gerçek olan tüm ilahi güçlerle bir gece bağıra bağıra kavga ettim. Küfürler, sağı solu tekmelemeler, gözyaşları… Bir avuç kumum ben. Hadi es ve yitip gideyim! Belki esmedi belki de değil rüzgarla; fırtınalarla, hortumlarla bile yitmeyecek bir duvardım.. Bilmiyordum. Ne çarem vardı? Önümde uzanan o yollara bariyerler koymuştum. Sünger zeminde yürüyemiyor, sadece çırpınıyordum. Fısıldanan sözler… Sağa git, sola gittin mi? Emekleyerek bir sağa bir sola debelendim. Geleceğe varılacak gibi değildi. Mutlu olunacak gibi değildi.
Ben hırıltılı da olsa bir nefes almak için debelenirken seni gördüm. Bu şey gibi, kumsalda olmak ve milyarlarca kum tanesinin içinden bir şeyin sana göz kırparcasına yanıp sönmesi... Orada ayağıma batacak bir cam mı var? Yoksa hiçbir zaman aklımın ermeyeceğini düşündüğüm bir fizik olayı; belki de bir ışık kırılması; aklımı mı bulandırıyor? Başıma güneş mi geçti ne? Bilmedim. Bilmek de istemedim. Bilmeyince insan umudunu koruyor. Cahillik mutluluk dediklerine canı gönülden katılıyorum. Katıldıklarım için beni yargılama. Kitapları belki de ters tarafından okuyorum. Özgürlük kölelik, savaş barış, cahillik de güç değil miydi? Haklısın, benim gibilerinin kütüphanesini yakmalı, 451 Fahrenheita ulaşıncaya kadar sıcaklık…
Konudan uzaklaştım. Bilinçaltım, sen misin? Lütfen bir siktir git! Gezegenler dürüst ol diyor şu aralar… Özellikle ikili ilişkilerde. Çabam bu yüzden. Yoksa yıllardır yaptığım gibi bloğuma yeni bir yazı eklemiyorum.
Konuma dönecek olursam; SEN! İşte senin ne olduğun hiç belli değil. Söyledim ya, bilmek istemiyorum. Hayır, bağladığım umutlar yok sana. Sen o umudun ta kendisisin! Bana çiçekli yollarsın demiyorum, belki daha derine batacak bir cam! Tabanımda daha kalın bir nasırın oluşma nedeni… Her şey ile kabul artık. Bat ve çık, bat ve kal ya da hiç batma. Her şey ile kabul artık. Bulunduğum noktada hiçbir yola bel bağlamıyorum. Yolu engebesi ile kabul ediyorum. Sanırım seni; bana öğreteceklerin, bana katacakların için istiyorum. Çiçekli yollar gördüğüm için değil. Hep yanımda kal diye değil. Bir süre sonra senden gideyim diye de değil.
Umutsun işte, varacağım nokta için bir umutsun. Neden parlıyorsun bilmiyorum. Öyle uzaktan ne diye göz kırpar gibi yanıp sönüyorsun düşünmüyorum. Artık gözlerimi yola değil; içime çeviriyorum. Kulaklarım fısıltılara değil sezgilerime açık. Seni istiyorum. Çiçekli yollar için değil; ya da senden gitmek için… İçimden bir ses seni söylediği için.
Sana beni kurtar demiyorum. İkimizde aynı vaziyetteyiz. Yalnızca ikimiz değil, tüm insanlık öyle. Yalnızca bazılarının farkındalığı, yaşadığı illüzyonu yıkacak kadar kuvvetli değil. Kimse kimseyi kurtaramaz bence; benden ya da kendinden bunu isteme.
Ben bir duvar mıyım yoksa artık bir avuç kum mu bilmiyorum. Ben çiçekli yolların mıyım yoksa yolundaki keskin bir cam mı bilmiyorum.  Benim yolum nereye çıkar, benim yolum düz müdür, senin yolunla birleşir mi bilmiyorum… Yalnızca beklemediğim anda gözümü alan bir ışıksın işte. Devam etmem için bana sunulan bir nedensin! Günümü gün yapan, düşüncelerimi esir alan, endişelerimi kaşıyan çapkın bir göz kırpması…
Tanıştığımız gün bana “Hiç kötü özelliğin yok mu?” dedin. Ne desem boştu, kendimle ilgili katlanamadıklarımı söyledim. Mükemmel değilim. Mükemmel olmaya yakın bile değilim. Ben bir Sahra’yım işte. 167 boylarında, kambur duruş, ayrık dişler, beyaz ten, yeşil göz. Ben mükemmel olmaya yakın bile değilim. Ben Sahra’yım sadece. Bazen kaçan, bazen duran, bazen dönen, bazen bir düğme varmışçasına tüm bilincini kapatmak isteyen… İyiyim diyemem, kötüyüm de diyemem. Attığım adımın sağlamlığından emin olmak, başarılı olmak, iyi olmak, güzel olmak, mutlu olmak istiyorum sadece… Her zaman doğru olanı yapmıyorum, ancak kılavuzum kötülük değil; onu biliyorum.
Güzel gözlü, güzel yüzlü çocuk! Ben sünger bir zeminde debeleniyordum. Bir anda kendimi kumsalda buldum. Korkutucu dev dalgalar, serinletici bir rüzgar, kızgın kum. İlerde de sen. Anlayamayacağım kadar uzakta, gözümü alacak kadar yakında. Bir rota verdin. Kelimelerinle, varlığınla bana bir rota verdin. Ayağa kalktım dizlerim üzerinden. Attığım adımlar sana doğru. Ne yaptığımı bilmiyorum ben. Kendi içimde hiç de tutarlı değilim. Bir düşüncem diğerinin kuyruğunu ısırıyor. Bir ileri bir geri. Attığım yazıda yazdığı gibi ama... Her şey olması gerektiği gibi oluyor. Buna inanıyorum. Bu noktada, attığım adımlarla ne olacağını bekleyip görmekten fazlası yok elimde. Seninle ilgili sadece umutluyum. Dedim ya sen benim umudumsun.


5 Ocak 2017 Perşembe

Dilim şişti yine. Dilimde birikti sözlerim, tıkadı ağzımı; tek laf edemedim.